Henüz bitirdiğim iki kitap… Adolf Hitler’in “Kavgam” ve Molieré’in “Cimri” kitapları.
Kavgam’ı okurken adeta klasik bir Fransız, Rus ya da İngiliz romanı okuyor gibi oldum. Dili bana hiç yabancı gelmedi. Son bitirdiiğim klasik bir romana devam ediyor gibiydim. Çevirmenin de hakkı var. Kolay kolay beğenmem.
Hitler, kitabında iktidar öncesi Nasyonal Sosyalist İşçi Partisini anlatıyor. Birinci Dünya Savaş’ında askere gidişinden başlıyor, İkinci Dünya savaşı arifesine kadar geliyor. Tam bir otobiyografi sayılmaz. Kaba çizgilerle tasvir ettiği dönemler arasında geçişler yaparak ama belli bir kronolojiye sadık kalarak ilerlemiş. Kendi yaşamından ziyade toplumsal ve kültürel düşünceleri üzerinden devam etmiş.
Kitabın ana konusu nedir diye sorsanız, Yahudi Düşmanlığı, ırkçılık derim. Arî ırk olarak tanımladığı Beyaz insanlar var. Bunlar arasında da dünyanın gelişmesini sağlayan ırklar var. İşte bunlar asıl arî ırklar. Başka kana karışmamış ırklar. Bu ırklar dünya medeniyetinin gelişmesini sağlıyor. Diğer ırklar sadece tüketiyor. Gereksizler. Hitler, ırkçılık yaklaşlımını bu düşünceye yaslıyor. Eğer Alman kanına bir siyahın veya daha da kötüsü bir Yahudi’nin kanı karışırsa, Almanya’nın mahvolacağına inanıyor. Yahudilerin, işçi sendikalarının ve markisizmin başında olduklarını, bunların oralardan uzaklaştırılmaları gerektiğini savunuyor. Birinci Dünya Savaşında ülkede bulunan 16 bin Yahudi eğer cepheye sürülseydi bunun ne kadar güzel olacağını söylüyor.
Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin toplantıları, bu toplantıların güvenliğini sağlaması için oluşturduğu taarruz ekibini, kavgaları anlatıyor. Amblem ve bayrakta kullanılan sembollerin nereden geldiğinden bahsediyor. Milliyetçi duyguları ile dönemin önemli konularını ele alıyor. Başta da söylediğim gibi, düşünceler silsilesini takip eden bir kitap. Bu kitapta Hitler ile ilgili çok da özel şeyler bulunmuyor. Genel olarak bilebileceğimiz şeyler var. Partinin gelişimiyle ilgili belki meraklısına birkaç şey söylüyor olabilir fakat genel anlamda bizi şaşrtmıyor. Mesela Maksim Gorki’nin Çocukluğum, Gençliğim ve Benim Üniversitelim kitaplarında bulduğumuz samimiyet ve detaycılık yok. Bu şekilde yazılabilirmiş. Kitabın dili buna çok yakın. Eğer öyle olsaymış, bu kitap tadından yenmezmiş. Bu hâliyle yine de güzel ve faydalı bir metin.
Molieré, üstâdım döktürmüş… İkinci defa okuyorum bu güldürüyü. İlk defa üniversitede okumuştum. Tek oturuşta bitirdim. Gül gül öldüm. Ortalıkta adam akıllı karikatür dergisi de kalmayınca özlemiştim böyle gülmeyi.
Tabii şimdi kitabı yazan kadar çeviren de bu tür güldürü kitaplarında özellikle çok önemlidir. Sabahattin Eyüboğlu, Allah mekânını cennet etsin, üstâd çevirmiş. Yani, tadına doyum olmadı. Bazı yerleri dönüp dönüp okudum, güzelim Türkçemize yeniden yeniden âşık oldum. Allah râzı olsun.
Yaşlı, cimri bir baba: Harpegon. Zeki ve sarışın oğlu Cleante ve kızı Elisé. Valerie, kayıp babasını arayan delikanlı, Elisé’nin sevgilisi. Harpegon’un sahte uşağı. Yaranmak için sürekli dalkavukluk peşinde. Mariane, Cleante’nin sevgilisi, Harepegon’un göz koyduğu kız. Dul annesiyle kıt kanaat yaşıyor. Anselme, Elisé’e talip yaşlı bir adam, ancak asil ve zengin. Hem de çeyizsiz evleniyor.
Tiplemeler çok orijnal. Diyaloglar muhteşem. Güldürünün zirvesi. Daha okurken bu kadar güldüğüm kitap olmadı.
Bir yanıt yazın