Osmanlı Türkçesi, birçok kimsenin sandığı gibi farklı bir dili değil, Türkçenin belirli bir dönemini ifade etmektedir. Türk dili, bilindiği üzere Orhun (Gök Türk) Türkçesi ile milattan sonra 700′ lerde tarih sahnesine çıkmış, sonrasında sırasıyla Uygur, Karahanlı, Çağatay, Harezm Türkçeleri ile tarihi seyrine devam etmiştir. 12. yüzyıldan itibaren de Batı’da Eski Anadolu Türkçesi gelişmeye başlamıştır. Eski Anadolu Türkçesi 14-15. yüzyılda yerini Osmanlı Türkçesine bırakmıştır. 19. yüzyıldan itibaren de Türkiye Türkçesi ortaya çıkmıştır.
Kronolojik olarak da görüldüğü gibi, Türk Dili tarihi ve gelişimi itibariyle bir bütündür. Osmanlı Türkçesi de bu tarihsel gelişim içerisinde sadece bir duraktır. Osmanlı Türkçesi ile günümüzde konuştuğumuz Türkiye Türkçesi arasındaki fark kelime, terkip ve bir takım ufak gramatikal farklılıklardan başka bir şey değildir. Fakat 1928 yılında gerçekleşen alfabe inkılabı ile beraber o dönem metinlerini çözemeyenler, o dönem metinleri ile günümüz metinleri arasına, sanki yabancı bir dilmişçesine, zihinlerinde aşılmaz mesafeler koymaktadırlar. Halbuki alfabe öğrenildiğinde, günümüzde kullandığımız Türkçeden çok da bir farkı olmadığı görülecektir.
Osmanlı Türkçesi dönemi kendi içerisinde de dönemlere ayrılmaktadır. Bu dönemleştirmeler, edebiyatçıların metinler üzerinde daha rahat çalışabilmeleri ve dil gelişmelerinin seyrini ortaya koyabilmeleri adına önemlidir. 18. yüzyıl ile alfabe değişikliğinin yapıldığı yıl olan 1928’e kadar yazılan metinler, özellikle de gazeteler, neredeyse bugünün dil özelliklerini bire bir yansıtmaktadır. Dolayısıyla, sadece eski alfabeyi öğrenen bir kimse, başka hiçbir çabaya gerek duymadan, rahatlıkla bu aralıkta yazılmış metinleri okuyup anlayabilir.
Aşağıda, 1927 yılına ait bir gazeteden küçük bir kısmı, sadece alfabeyi çevirerek aktarıyorum. Bu ufak örnekten de açık bir şekilde anlaşılacaktır ki sırf alfabeyi öğrenmek bile Osmanlı Türkçesi ile yazılmış metinleri anlamamızı sağlamaktadır.
Bir yanıt yazın